YENİ YÜZYILIN ESKİ BELASI
Dünyanın imtihan alanı olduğunu kabul edenler ‘Hırs’ın kişiyi felakete götüreceği, Hırsın insanı sürüklediği tamah ise kişiyi zelil edeceği düşüncesi yaygın bir şekilde kabul edilir. Hırs insanı tamaha sürükler, tamahta, sahibini felakete götürür.
Bir şeyi şiddetle arzu etmek ve sonu gelmeyen istek anlamına gelen ‘Hırs’ kişinin doğru zeminde hareket etmesine engel olduğu gibi, gerçeklikler önündeki en büyük perdedir de.
Tamah insanın ruhunda ve belleğinde faal olduğu zaman, pratiksel doğrular ‘Galip’ ‘Mağlup’ girdabında ‘HIRS’a kurban edildiğinden gerçeklikler hak zemininde yer bulamaz. Doğruluk ve gerçeklik hak zemininde yer almadığı için sarf edilen sözler ve dile getirilen kelam ‘Nefsaniyet’e kurban edilir. Böyle bir zeminde gerçeklikler ve doğrular ‘Hırs’ hapishanesinin mahkûmudur.
Akıl ve İdrakin ‘Hırsa’ mahkûm edildiği yerde pratikte karşılığı olan bütün gerçeklikler ‘Galip’ ‘Mağlup’ ikilemine kurban edildiğinden mücadele kazanç üzere kurulur. ‘Kazanç’ hak temelli olmayınca her türlü hile ve desisenin normal görülmesine neden olacaktır. ‘Mağlubiyet’ endişesi haklılıkların görülmemesine, bireysel enerjinin ‘Galip’ fikri etrafında şekillenmesine odaklanınca ‘Kazanma’ vaz geçilmez hedef olur. Karşı tarafın söylemi ve eylemi hak olsa bile bu realite Mağlubiyet olarak kabul edileceğinden gerçekliklerin kabul edilmesi zorlaştıracaktır. İşte bu zorluk Allah korusun her türlü belanın kapısını aralayacaktır.
Hırslı insan hakkına razı olmaz. Hırs, mal elde etmekte, mevkie kavuşmakta, şöhret sahibi olmak gibi yerlerde daha çok göze çarpmaktadır. Hakkına rıza göstermeyen HIRS la yüklenen birey yada bireyler, başkasının malında mevkiinde gözü olur. İnsanın en doğal hakkı olan ‘Benimde Olsun’ fikrini kendi içinde geliştirdiği kötü emellere ortak eder.
Sınır tanımayan hırs aynı zamanda beladır. Kendi sınırları içinde kaldığında istenen ve arzu edilen emellerine ulaşma imkanı kalmayınca, başkalarının sınırlarının ihlal edilmesi pekte önemsemez. Hırs ile kodlandığı hedefe ulaşmaya çalışan kişi ihlal ettiği sınırların üçüncü kişilerde yaratacağı etkiyi düşünmeden yoluna devam eder. Uyarılar bile kendisi için çokta önemli değildir. Kendisi için önem arz etmeyen söylem ve eylemler başkalarının kırmızı çizgilerine dokunabilir.
Bediüzaman Said Nursi’nin ‘Belanın yaşanmasına engel olunmak isteniyorsa, haklıya söyleyin hakkından vaz geçsin. Haksız zaten haksızlık yaptığının farkındadır. Haklı eğer hakkından feragat etmezse belaya düçar olunur’ tespiti ile ‘Arlı arından utanır, arsız kendinden bilir’ atasözü birbirini tanımlayan sosyolojik tespitlerdir. Bu sosyo-psikolojik eşiğin yırtılmasının nedeni yine hırs sahibi insanlardır. Suskunluklar bile hırs sahibi insanlar tarafından 'Kazaç' olarak değerlendirildiğinden, en ahlaki tavrları sergileyen kişilerin algı ve anlayışları kendilerinin rahatsız edilmeleri yönünde kullanılınca iyi niyet sınırı kaybolmaya yüz tutabilir. İşte bu kayboluş toplumsal sağduyunun ortadan kalkmasına neden olur ki, sonuç toplumsal hüsrana neden olur.
Toplumsal hüsranın yaşanmasına engel olmak için her zaman haklıdan hak fedekarlığı istemek doğru olmayabilir. Hak fedekarlığının tükendiği noktada olabilecek bütün aracılıklar hiç bir sonuç vermeyebilir.